İpek yeğinsü ile küratörlük üzerine

Röportaj: Ayça Güneş

İpek Yeğinsü, bağımsız küratör, sanatçı ve yazardır. Sanat pratiğini fotoğraf, resim ve multimedya enstalasyon alanlarında sürdürmektedir. Aynı zamanda da akademisyen olan İpek Yeğinsü ile küratörlük ve bazı küratöryel aşamalar üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.

ipekyeginsu.art

Sanatçı, küratör ve akademisyen kimlikleri ile sizi tanıyoruz. Bu kavramlar nasıl bir arada yürüyor?

Birkaç şapkayı bir arada taşımak bazen yorucu olabiliyor. Dolayısıyla aynı anda hepsine aynı yoğunlukta zaman ayıramıyorum. Ama birbirlerini beslediklerini rahatlıkla söyleyebilirim. Örneğin akademik araştırmalarım küratöryel pratiğimi etkilerken, sahadaki deneyimlerim de araştırmalarıma yön veriyor. Sanat pratiğimi ise çok daha öznel ve içsel bir yere koyuyorum. 

Kendi sanat pratiklerinizi hangi bağlamlar üzerinde kurguluyorsunuz?

Zihinsel akış, doğaçlama, oyun, bazen de ironi. Bir çocuğun birtakım imgeleri adeta oyuncaklar gibi üst üste yığdığı ve izleyicileri içine davet ettiği bir oyun alanı. Ama bu çocuk hayatın toz pembe olmadığının farkında. Göze ilk anda rengarenk, cümbüşlü, hatta naif gelen kompozisyonların içinde, yaşadığı olumsuz deneyimlerin karanlık izleri, yer yer de toplumu hicveden semboller gizli. Herkes, bu imge havuzunda dilediği gibi gezinerek kendi öyküsünü kurgulayabilsin istiyor. 

Küratörlüğünü üstlendiğiniz “Yöntem olarak soyutlama: Bir pratiğin anatomisi” isimli karma sergideki sanatçılarla yolunuz nasıl kesişti? 

Kesişim kavramını tercih etmem; zira bu çok rastlantısal bir sürece işaret eder. Oysa bu sergide her seçimi son derece bilinçli olarak yaptım. Amacım, uzun zamandır üzerinde çalışmak istediğim bir konu olan soyutlamayı birçok boyutuyla ele almaktı. Hatta biraz da akademik sayılabilecek bir tavır ile birbirinden oldukça farklı teknik ve estetik yaklaşımlara sahip sanatçılara yöneldim. Ancak sergiyi, işlerin aralarındaki biçimsel ve kavramsal bağlaçlara dikkat çekecek şekilde kurguladım. Bunları keşfetmeyi ise elbette izleyiciye bıraktım.

Sergi mekanlarına, sanat alanlarına karar verirken öncelikleriniz neler olur?

Her mekanın kendine özgü olanakları ve zorlukları var. Bazen sergi fikri önce geliyor ve buna uygun mekan arayışına girmek gerekiyor. Bazen de önce elinizde bir mekan oluyor ve buna uygun bir sergi fikri geliştirmeniz bekleniyor. Dolayısıyla öncelikler projenin doğasına göre değişiyor.

İpek Yeğinsü, “İstanbul Şehir Işıkları Serisi no.162”, dijital fotoğraf, 2014

Bir sergi nasıl hazırlanmalı? Neler göz önünde bulundurulmalı?

Küratörlük açısından bunun yanıtını birkaç cümlede vermem mümkün değil. Ancak sanatçı ve varsa kurum ile kurulan iletişimin niteliği son derece önemli. Bir de sergide yer alacak işlerin teknik özelliklerini iyi bilmek, çıkabilecek sorunları öngörmek adına yararlı oluyor.

Birlikte çalışacağınız sanatçılara nasıl karar veriyorsunuz? 

Yine net bir cevabı yok. Evet, genel hatlarıyla analitik ve kontrollü bir süreç söz konusu; ama sözcüklere dökemeyeceğim, aslında bir tür sanat formu olarak görebileceğimiz sezgisel bir boyutu da var. Her iki dinamiğin birlikte işlediği bir süreçten söz edilebilir. 

Genç sanatçılara görünürlük kazanma ve network ağlarını örme konularında önerileriniz neler olur?

Uzun soluklu bir yolculuğa çıkıyorlar; sanat ortamındaki aktörlere güven vermeleri için istikrarlı ve sabırlı olmaları çok önemli. Kariyerlerini ilmek ilmek örmeli ve kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Bir anda parlamak, devamı gelmeyecekse bir şey ifade etmiyor. Bu “hemen olsun”culuk, her anlamda çağımızın hastalığı. Hemen olan hemen de elden gider. Popülerlik mi? Kalıcılık mı? Esas soru belki de bu.

Küratörlük eğitimi gerekli mi? Eğitim almak isteyenler neler yapmalı?

Bence eğitim illa yurt dışında pahalı bir okulda küratöryel çalışmalar okumak ise, hayır. İyi bir yükseköğrenim altyapısı ise, evet. Ancak bu da tek başına yeterli değil. O öğrenim hayat boyu devam etmeli; sanat ortamındaki gelişmeler ve literatür takip edilmeli. Saha deneyimi, bir sergi yapım sürecini bizzat deneyimlemek ise şart. 

Sonraki
Sonraki

PAPAĞANLAR VE KUĞULAR : Almanya'dan Türkiye'ye Mahallelerin ve Hafızaların İzinde