BİR CENNET OLASILIĞI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Röportaj: UNITE
Merhaba İrem, kısaca kendinden bahsedebilir misin?
Ben Medine İrem Dokumacı. Hacettepe Üniversitesi resim bölümünde yüksek lisans yapıyordum, mezun oldum.
Eserlerindeki figürlerde kendini kullandığını görüyoruz. Bunun özel bir sebebi var mı?
Tabii ki. Aslında Hacettepe ekolünde sanat bölümüne ilk girdiğinde temel tasarımdan itibaren sana kendini sorgulaman, kendinle yüzleşmen yönünde direktifler veriyorlar. Orada kendin üzerine düşünebiliyorsun. Psikolojik, sosyolojik, felsefi birçok açıdan kendini hem görebilir, hem sorgulayabilirsin. Mümkünse değiştirilecek bir şey varsa onun üzerine eğilebilir hale geliyorsun. O bakımdan işlerimde kendimi ön planda tutmak, zaten kendimle ilgili olan o değişim ve sorgulama sürecinin bir yansıması zaten.
İşlerinde cennet kavramı, çıplaklık, eril-dişi, Adem ve Havva, cinsel kendi temalarının bir işlerini görüyoruz. O yüzden tema seçimini de sormak istiyorum.
Aslında sosyoloji temelli bir tez doğrultusunda bu işleri yaptım. Her zaman üretim kısmı önemliydi benim için, ama tabii tezde de bunu temellendirmek önemli oluyor. Sosyolojide ‘hariciler’ diye Becker’in konu edindiği bir kavram var. Aslında ötekinin bir grubuna işaret eden bir muhatap kesim burası. Bunun içine toplumdan harici olarak görülen kesim giriyor. Bunlar kim? Kadın, LGBT bireyler, deliler, müzisyenler, dansçılar, yani normalin dışında kalan diyebileceğimiz kesim giriyor. Artık ben öyle görmüyorum tabii bu araştırmalar sonucunda ama ötekiyi dışarıda aramaktansa, önce kendinde bulma yöntemiyle tezimi ürettiğim bir süreç geçirdim.
O yüzden kendinde o ötekiyi bularak, mesela çıplaklığın mümkün olup olamayacağı ile ilgili ya da çıplaklığın ne anlama geldiği ile ilgili sorgulamalar yaptığım bir süreçti. Bununla birlikte sanat tarihinde öykündüğüm Bosch 'un cenneti çok önemliydi benim için. Fakat görüntü olarak onunla benzer olsa da içerik olarak alternatif bir cennet sunmak istedim.
Yani kutsal ve profan aslında taban tabana zıt kavramlar ama biri küfür anlamına geliyor ve kutsala saygısızlık manasında kullanılıyor. Ben bu iki uç da olmak istemedim. Aralarda bir alternatif olabilir mi, bunun sorgulaması içindeyim. O yüzden ne bir küfür, bir saygısızlık ne de kutsalın asıl o normlardaki halini istemedim. Alternatif bir cennet mümkün mü diye hem kendi çıplaklığımı hem nelerden soyunup neyi üstüme giymek isteyeceğimi kendimin seçtiği; sınırlarını, çerçevesini, fantezilerimi, her şeyimi metaforik olarak kendimin karar verdiği bir cennet oluşturdum. Çünkü günün sonunda cennet dediğimde hepimizin aklında bir kalıp var. Nehirleri, cinsel anlamda nelerin müsade edildiği ya da mekansal olarak seni nasıl bir yerini beklediği aşağı yukarı hepimizin kolektifinde belli.
O yüzden buna kim karar veriyor diye düşünüyorum. Ben ve birçok insan belki öyle bir cennet istemiyor olabilir, bunun derdine düştüm biraz. Benim için cennet nediri düşündüğümde böyle işler çıktı ortaya.
Bir Cennet Olasılığı sergisinden, Unite Ortak Mekân
İki farklı mekanda iki farklı teknik ve temaya yönelik işler ürettiğini görüyoruz. Bunun nedenini ve aralarındaki ilişkiyi sormak istiyoruz.
Biraz kendimden de bahsetmem iyi olur bu durumda. İçsel çatışmaları çok olan bir insanım. Hem sanatsal ritimlerim sırasında hem sergide hem de işlerimi yaratmam konusunda hep bir ikililik var benim için. Bu beni düşünsel olarak bir bölünmeye uğratabiliyor ama bir yanda da beni beslediğini düşünüyorum. Mesela orada bir odayı komple yağlı boyayla daha cennet minvalinde anlatmak istediğim psikolojik, sosyolojik temel çizimler vardı. Ama diğer kasa olan odadaki tam bir sünnet havasının olduğu işlerdi, yağlı boyadan farklı bir ikililik oluşturuyordu. Kasa, varlığıyla benim işlerime çok hizmet etti. Çünkü o kasanın içindeki işler Swarovskiler’den, o parlak cilalı taşlardan oluşuyordu. O yüzden bendeki ikili düşünme oraya da yansıdı. Bunları birleştiren kişi yine benim sanatçı olarak. Burada bahsettiğim şey şuydu; kendimi ele alıyorum dediğim ve bu süreçte kendimi sorgulamaya soktuğum için her açıda bizim kalıp olarak kullandığımız törenlerde, günlük hayatta bazı kelime grupları var. Yani deyimler, atasözleri de buna dahil. Ben sünnet meselesini ele almak istedim.
Bu hem cinsel yönelikler hem kimliklerle de alakalı bir problem oluşturuyor. Çünkü bugün erkek olarak doğan birini sünnet ettiğinizde büyüdüğünde kadın olduğunda size bunu açıklayabiliyor ama siz ona sormadan çoktan sünnet etmiş oluyorsunuz gibi karmaşık bir durum olabiliyor. Bunu aslında ön plana çıkarmaya çalışmıştım. Ve orada bazı bahsettiğim kalıplaşmış cümleler var, ‘ucundan azıcık’ mesela. Söyleyip geçiyoruz. Hani 'o iş oldu bitti maşallah’, zaten o kişiye de sorulmadı sünnet edilirken.
Oldu bittiye getirilen içselleştirdiğimiz düşüncelere odaklanmak istedim. Hem de oldu bittiye getirilen mesela kadın sünnetleri ya da biraz önce bahsettiğim gibi kendini kadın hissetmesine rağmen sünnet olan insanları oldu bittiye getiren durumları janjanlı bir şekilde, tam o atmosferde yansıtıp tekrar göze getirmek istedim. Bununla birlikte de o nesneleri de (makas ve jilet) vurgulamak istedim. Orada makas artık ne kendi işlerini yerine getirebilirdi ne de jilet artık can yakabilirdi.
Etkilendiğin sanatçılar kimler?
Biraz önce de bahsettiğim Bosch çok önemli benim için. Aslında işlerimin eskiyle yeniyi birleştirdiğini düşünüyorum. Yani hem o yüksek rönesans simetrisini kullanıp ya da Bosch'un dönemindeki o cennet görüntü görünümlerini kullanıp daha bugünün düşüncesiyle işlerimi yapıyorum. O yüzden hem çağdaş hem geçmişten kişilere öykündüğümü fark ediyorum.
Hieronymus Bosch, The Garden of Earthly Delights, 1503-1504
Bu aralar çalıştığın başka bir konu var mı? Bir sonraki sayfada bizi neler bekliyor?
Bunu ben de düşünüyorum zaman zaman. Hatta şöyle oluyor; üretim yaparken aklınızda o konu çoktan bitip içinizde başka bir konu başlamış olabiliyor. Siz kendinize yetişmeye çalışıyorsunuz aslında o resimleri ya da o üretimleri yaparken. Tabii ki sürekli aklımda yeni bir şeyler oluyor ama genel konu itibariyle nedir derseniz: bireysel özgürleşme. Her şeyin temelde bireysel özgürleşme üzerine ilerlediğini görüyorum.
İlerleyen zamanlarda önce biraz bir dinlenme sürecine geçip sonrasında yeni bir özgürleşmeyi hangi alanda bulabileceğimi düşüneceğim. Bu belki heykel, video ya da performans olabilir. Yine Hacettepe ekolünde bunları her şekilde sunuyorlar. Tüm disiplinleri aynı anda yapabiliyoruz sağ olsunlar. O yüzden biraz daha yine bireysel özgürleşme üzerinden ilerleyeceğimi düşünüyorum.
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Bu süreçte Can, Tutku ve Zeynep'in hem bana yaptıkları yardımlar hem de psikolojik olarak süreci rahatlatan desteklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Böyle bir alan açtıkları için de çok teşekkür ediyorum. Gerçekten açılış unutulmaz oldu benim için. Buranın alan ve bakış açısı olarak Ankara'ya gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.